İki hafta önceki yazımda milliyetçiliğe değinmiştim. Bu hafta da ulusalcılık üzerine görüşlerimi ifade edeceğim.
Önceki yazıyı linki tıklayarak okuyabilirsiniz
Aslında milliyetçilik ile ulusalcılık sözcük anlamı itibariyle aynıdır. Hatta siyaseten milliyetçilik ile ulusalcılığı aynı anlamda kullananlar da bulunmaktadır. Lakin milliyetçilik ile ulusalcılığın siyaset sosyolojisinde ortak noktaları bulunmakla beraber farklı yanları da vardır. Özellikle bizim ülkemizde böyledir bu.
Milliyetçiler sağ düşünce kapsamında ele alınırken; ulusalcılar sol düşünce kapsamında değerlendirilirler. Çağdaşlaşma ve laik cumhuriyet konusunda milliyetçilerin tutumlarıyla ulusalcıların tavırları birbirinden önemli ayrılıklar gösterir. Örnek mi?
Milliyetçi sağ düşünceler, Köy Enstitüleri konusunda ciddi bir savunu ya da duyarlılık sergilemezler. Lakin ulusal solcular, Köy Enstitülerin kapatılmasının Cumhuriyete vurulan büyük bir darbe olduğunun farkındadırlar. Zorunlu din eğitimine milliyetçiler gayet olumlu bakarken, ulusalcılar zorunlu din eğitiminin laiklik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürerler. Emperyalizm karşıtlığı konusunda da önemli farklar söz konusudur bu iki akım arasında. Ulusalcılar emperyalizm karşıtlığını hayli önemserken, milliyetçiler emperyalizm karşısında tavır almazlar pek. Dahası, milliyetçiler geniş ölçüde antikomünistken, ulusalcılarda komünizm karşıtlığı azdır.
Gelelim ulusalcılığa ilişkin görüşlerime…
Ulusalcılar temel çelişkinin ezen uluslarla ezilen uluslar, başka deyişle, emperyalist devletlerle ulusal devletler arasında olduğunu savunurlar. Ulusalcıların görüşüne göre ulus devletler emperyalizmin saldırısı altındadır. Böylece ulusal devletleri savunmak temel görevdir ulusalcılara göre. Ulusun birliğini savunmak da yaşamsaldır. Velhasıl, sınıf değil, ulus penceresinden bakar dünyaya ulusalcılar. Bu anlamıyla milliyetçi bakışla benzeşirler.
Dünya çapında ezen ulus ezilen ulus çelişkisinin varlığı tartışmasızdır. Kaçınılmazdır da bu. Çünkü kapitalizm her alanda eşitsizlik üreten bir sistemdir. Ülke nüfusu içinde eşitsizlik ürettiği gibi, bölgeler arasında eşitsizliği de yaratır. Doğal olarak dünya çapında uluslar ya da ülkeler arasında eşitsizlik de kaçınılmazdır. Kapitalizmin fıtratındadır bu. Öte yandan, emperyalizmin ulus devletleri hedef aldığı da doğrudur. Çünkü uluslararası sermaye sınır tanımak istememektedir. Başka anlatımla, yayılmasının ve hegemonyasının önünde engel teşkil edebilecek mekanizmaları tasfiye etmek istemektedir. Çoğu ulus devlet kapitalist karakterde olsa da, hatta emperyalizmle ciddi ilişkileri bulunsa da, emperyalizmin büsbütün hegemonya kurmasının önünde bazı engeller koymaktadır. İşte, uluslararası tekeller rahatsızdır bundan. Sadece onlar değil ama, onlarla çıkar ortaklığı içinde bulunan, kapitalist ulus devletlerin egemen kapitalist sınıfları da rahatsızdır. Çünkü sermayenin saldırısı aslında ulusa değil, emekçilere yöneliktir. Ve ulusun içinde bu saldırılardan yararlanan ve kazanç elde eden bir sermaye sınıfı bulunmaktadır. Ulusal pencereden bakıldığında bu sınıfsal gerçek ya görülmemektedir, ya da hafife alınmaktadır. Dahası var…
Ulus devleti savunmanın temel görev olduğunu belirtmiştik, ulusalcılar için. Lakin ulus devletin aynı zamanda bir sınıf devleti olduğu, başka deyişle, kapitalist toplumlarda ulus devletlerin egemen burjuva sınıfının egemenliğine ve çıkarlarına hizmet ettiği gerçeği pek dikkate alınmaz ulusalcılarca. Milliyetçilik yazımızda değindiğimiz üzere, sınıf körlüğü devlete yaklaşımda da bazı arızaları beraberinde getirmektedir. Ne yazık ki ulusalcılar için de geçerlidir bu. Ulus devletin tüm ulusun devleti olduğu varsayılır, lakin emekçileri, yoksulları pek gözetmeyen, zengin azınlığa hizmet eden bir devlettir o. Nedense ulusalcılar bu gerçeği bir türlü görmek istemezler. Sınıf mücadelesi değil de, ulus mücadelesi penceresinden bakınca kaçınılmaz olarak böyle oluyor herhalde!
Milliyetçilik gibi ulusalcılık da son tahlilde işçi sınıfı ile kapitalist sınıfın, başka deyişle, emek ile sermayenin uzlaşmasını esas alır. Sermaye sınıfı içinde, yani sömürücü sınıf içinde müttefik arayışında olmak, bazı sermaye unsurlarını “milli” olarak kabul etmek ulusalcıların tipik özelliğidir. Bu nedenle sınıfın(emekçi sınıfların birliğini) değil de ulusun birliğini isterler. Dahası, dünya çapında büyük kapitalist güçler arasındaki rekabet ya da çekişmede taraf tutmak, büyük kapitalist güce karşı daha geride olan, ya da baskı altında bulunan kapitalist gücü savunmak, müttefik görmek ulusalcıların özelliğidir. Mesela; ABD’nin Rusya’yı ya da İran’ı sıkıştırması karşısında, Rusya’yı ve-veya İran’ı müttefik kabul eder ulusalcılar. O’nlara göre, Rusya ya da İran’ın da büyük kapitalist güçler olması, bu devletlerin de kendi egemen sınıfları doğrultusunda hareket etmeleri pek ilgilendirmez ulusalcıları.
Ulusalcılık kapitalizmi ve sermaye sınıfını bir bütün olarak karşısına almamaktır. Ulus devlet içindeki sermaye sınıfının bir bölümüyle ittifak kurmak, dünya çapında bazı kapitalist güçleri müttefik görmek ulusalcıların ayırıcı ve vazgeçilmez karakteridir. Bu nedenle, kapitalizmi ortadan kaldırmak gündemlerinde yoktur ulusalcıların Esasen karma ekonomiden yanadırlar. Başka deyişle sömürüyü kaldırmayı değil, sınırlamayı isterler.
Ulusalcılık ulusal çıkarları çıkış noktası alır. Oysa bir ulusun içindeki karşıt sınıf çıkarları göz ardı edilir böylece. Karşıt çıkarlara sahip sınıfların olduğu bir toplumda ulus çıkarları olamaz. Olursa da, zengin ve egemen sınıfın çıkarları olur bu. Başka anlatımla, kapitalistler kendi sınıf çıkarlarını tüm ulusun çıkarları gibi sunarlar topluma. İşte bu, büyük bir aldatmacadır emekçiler için. Ne yazık ki ulusalcılar gözlerini kaparlar bu acı gerçeğe. Tıpkı milliyetçiler gibi.
Son olarak şu söylenebilir: Antikapitalizmi olmayan antiemperyalizmdir ulusalcılık.
Peki, olur mu böyle bir şey? Olduğu kadar!